İstanbulda Turist gibi gezmek
İstanbul… İçinde yaşayınca daha az deneyimlersin güzelliklerini… Turistler gelir, gezer, gider sen bilmezsin burnunun dibindeki cevheri
Şimdi bu güzelliğin en tarih kokan yerine, tarihi yarımadaya gidiyoruz…
İstanbul Anadolu yakasında yaşıyorsanız bu yolculuğu en güzel kılacak yanlardan biri de Eminönü’ne vapurla yapılan geçiştir. Vapur, martılar, simit ve en güzeli birazdan içinde kaybolacağınız güzelliği izleyerek deniz havasını içinize çekmek…
Kadıköy’den vapurun kalkması ile önce kocaman cüssesi ve eşsiz güzelliği ile Haydarpaşa Garı belirir sağınızda… 1908'de İstanbul'u Bağdat'a bağlayacak demiryolunun başlangıç istasyonu olarak yapılmış, yıllarca Anadolu'nun her yerinen milyarlarca insanı taşı toprağı altın İstanbul'a buyur etmiş. İçinde kavuşmaların kalp atışları, geç kalanların koşuşturması, ayrılıkların göz yaşları…
Şimdi… Hey gidi koca Haydarpaşa… Artık çanları çalmayan, trenlerin uğramadığı, otel olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış o muhteşem tarih… Dili olsa haykıracak ama işte maalesef artık susturulmuş…
Bakarken bu görkemli koca binaya, bunları düşünerek devam edersiniz işte oradan geçerken yolunuza.
Sıradaki güzellik ise az sonra sağınızda kalacak olan Kız Kulesidir. Kaderin er ya da geç vuku bulacağını anlatan hikayesi, hiç gitmeseniz de sadece izlerken bile alacağınız sonsuz keyif ile dalarsınız seyre…
Anlatıldığı gibi kızını yılandan korumak için bir babanın yaptırdığı bir yapı mıdır bilinmez ama üsküdar'a selam durur Bizans'tan bu yana. Geceleri ise fenerleri yakar gemilere doğru.
Boğazın derinliği, köprüler, iki yakada iki şehir, milyonlarca insan, farklı yaşamlar, kapatınca gözlerinizi vapurların sesi, martıların çığlığı, denizin hışırtısı ve açınca gözlerinizi işte orada solda tarihi yarımada sağda galata kulesi.
Tek başına başka bir hikayedir Galata Kulesinin hikayesi ama Cenevizlilere selam etmeden olmaz. Ne gözler, neler gördü oradan kimbilir… Manzaraya bile baksa yeterdi herhalde keyfi, orada gözcü olmaya…
Yine de Galata kulesine çıkarsanız açıp kollarınızı İstanbulu kanatlarınızın altına almak isterseniz. O hikayemizi de bir ara anlatalım o zaman…
Artık Vapurdan inmeye hazırsınız. Şimdi Eminönü'ndesiniz. Geçerken Mısır Çarsı'na ve Yeni Cami'ye bir selam verebilirsiniz. Bu noktadan dilerseniz yürüyerek dilerseniz de tramvayla devam edebilirsiniz.
Açsanız, buradaik küçük sandallardan balık ekmek atıştırmak da adettendir. Vapurdan inince hemen sağınızda yanyana sandallar ve önlerinde tabureleri görebilirsiniz.
Mısır çarşısı da içindeki binbir çeşit baharatıyla yıllarca, bayram, düğün gibi her özel gün öncesinde hanımların beylerin uğrak noktası olmuş bir kapalı çarşıdır. L şeklinde uzun koridorları, kendine has kokusu ve mimarisi ise gezmeye görmeye değer yapılardan bir tanesidir.
Tramvayda iki durakta inmek mümkün burada karar vermeniz gereken önce nereyi gezeceğiniz. Benim tavsiyem önce Topkapı tarafını bitirmek.
Gülhane durağında inmek mantıklı olacak bu durumda. Zamanınız çok geniş ise Gülhane parkına da uğrayabilirsiniz.
Gülhane Parkı, Osmanlı döneminde Topkapı sarayının dış bahçesi olarak, saray halkının gezintilerine, sohbetlerine ev sahiliği yapmış; boğazı boylu boyunca selamlayan büyük bir park. belki de bu bölgede kalmış nadir geniş alanlardan bir tanesi.
Bir de Gülhane parkı deyince Tanzimat Fermanını hatırlamamak da ayıp olur.
İlk durağımız Arkeoloji Müzesi;
http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/
Müze kartınız varsa direk giriş yapabilirsiniz ya da gireden kimliğiniz ile Müze Kart alabilirsiniz.
Belki de sahip olduğumuz en kıymetli hazinelere açılan bir kapı…
Antik Roma, Bizans, Anadolu devletleri, Helenistik dönem her şeyden biraz var içeride. Ne yazık ki bir çok eser ait olduğu bu topraklardan gemilerle taşınmış başka yerlere yine de içeri girince bir çok zamanda ve bir çok yerde seyahat sizi bekliyor.
İçeriden bir kaç güzel eser, sizinle paylaşmak istiyorum ama gözün görmesi ayağın gezmes, şart bu güzellikleri…
Tanrı BES heykeli, roma döneminden kalma bir eser… bu yarıtanrının kötülüklerden koruyucu, yenilmez güç ve dayanıklılık simgesi olarak anıldığını söylemek de lazım.
insan düşünüyor, o zamanın teknolojisi ve eldeki araç gereçle nasıl bir güç, nasıl bir motivasyon ve nasıl bir inanç yaptırır bunları insanlara..
Antik tanrılar, helenistik dönemin güzel eserlerinde hayat buluyor burada.. Zeuslar, athenalar, apollolar… İnancın her boyutunda Olimpostan selam eden insanlığın o ışıltıları…
Belki sadece inanç belki gerçekten var olan uzaylılar her yerde can bulmuşlar…
Bütün bu güzelliklere odaklanmışken, bu eserlerin sergilendiği İstanbul Arkeoloji Müzesinin güzel tasarımını da gözden kaçırmamak lazım.
içeride 4-5 saat kalsanız sıkımayacağınız kadar çok eser var. o yüzden suyunuzu yanınıza almayı unutmayın.
Türk dünyasının kapıları da burada gözlerinizin önüne serilecek, belki de en çok ilginizi İstanbul'u Konstantinapolis'ten İstanbul'a çeviren o efsane Fetihin izleri çekecek, mesela fethedilmemek için direnen Bizans ordusunun Haliç'e çektiği o meşhur zincirler…
Ana bina gezintisi sonrası, eğer hala ayakta duracak haldeyseniz ya da vaktiniz varsa Çinili Köşk müzesine de bir göz atabilir, anadolu çinilerinin çeşit çeşit renkleri içinde ferahlayabilirsiniz.
Arkeoloji müzesindeki keyifli yolculuk size bir çok şey hatırlatabilir…
Önce ne kadar uzun zamandır bu toprakların varolduğunu, ne çok zamana, kültüre, inanca sahip olduğunu hatırlarsınız…
Sonra bunca kültürden ne kadar azına sahip olduğunuzu fark edersiniz..
En önemlisi İstanbul'un güzelliğini ilk kez sizin fark etmediğinizi bir kez daha hatırlarsınız. Yıllarca çağırmıştır istanbul insanları kendine, sonra yutmuştur onları, üzerine yenileri gelmiş bazısı depremlerle yok olmuş bazısı savaşlarla el değiştirmiş ama bitmemiş çoğalmıştır istanbul'un insanı…
Hep başkent olmuş bir yerlere hep ışıldamış; seksi, ihtiraslı, hırslı ve daima genç kalmış güzel bir kadındır İstanbul…
Bu arada buraya gelince Sultanahmet köftesi yemeden olmaz, ancak bir çok köfteci göreceksiniz etrafta deneme yanılmaya hiç girmeden doğru olanı söylüyorum :)
Tarihi sultanahmet köftecisi Selim Usta
Elsewhere